ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

ŞEBİNKARAHİSAR

GİRESUN İLİ ŞEBİNKARAHİSAR İLÇESİ
ŞEBİNKARAHİSAR İLÇE TANITIM
şebinkarahisar
giresun şebinkarahisar
şebinkarahisar giresun

 Şebinkarahisar'ın dip tarihine ilişkin yeterli bilgiler henüz istenen nitelikte değildir. Kimi tarihçilere göre Hititler zamanında varlık göstermeye başladığı ve "Azzi Hayaşa Ülkesi" olarak adlandırıldığı ve burada Kaşgarların yaşadığı söylenir.Bir ara Kimmerler ve İskitlerin saldırısına uğrayan bölge, bilinen devir içinde Pontusluların hakimiyeti altında kalmıştır
(MÖ.298-263). M.Ö. 65 yıllarında Romalılar'ın egemenliğine giren Şebinkarahisar M.S. 391'de Orta Asya'dan Peçenek ve Koman Türkleri tarafından istila edilmiş ve 60 yıl kadar bu Türklerin himayesinde kalmıştır. Zamanla bu Türkler Hıristiyan Misyonerleri tarafından Hıristiyanlaştırılmışlardır. Kayadibi Meryemana Kilisesi diye adlandırılan kilise Hıristiyanlaştırılan bu Türkler tarafından inşa edilmiştir. Bu tarihten itibaren şehir Romalılar ve Türkler arasında devamlı el değiştirmiştir. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Şebinkarahisar bir daha çıkmamak üzere
 Türklerin eline geçmiştir. Şehrin imar edilmesi Bizans İmparatoru Hustinaiaus zamanında olmuş, kale onarılarak sağlamlaştırılmıştır. Karahisar, 778 yılında kısa bir süre Emevi ordularınca Yezit bin Usayd al-Sulâm tarafından ele geçirilmiştir.Aynı şekilde Abbasiler tarafından 939-940 yılları arasında çevre köyler ele geçirilmiştir. Türklerin Anadolu'ya girişi ile (1071 Malazgirt Savaşı) Mengücek Gazi ve Danişmend Gazi tarafından birlikte fetih edildiği ileri sürülmektedir. Nitekim 1228 yılında şehir Anadolu Selçuklu Devletine bağlanmıştır.
 Bu devletin zayıflayıp yıkılmasından sonra, sırasıyla İlhanlılar, Eratnalılar ve Kadı Burhaneddin ile Akkoyunlu beyliklerinin idaresine girdi. Akkoyunlu Devletinin 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet'e Otlukbeli Savaşı ile yenilmesinden sonra, Şebinkarahisar Osmanlı Devlet idaresine girdi. Şehzadeler Şehri olarak anılan Karahisar, Karahisar-ı Şarkî adıyla anılmış ve yönetim açısından sancak durumuna getirilerek yönetilmiştir. Şebinkarahisar'da çeşitli dinlere mensup vatandaşlar yüzyıllarca beraber, kardeşçe yaşamışlardır. Ancak, bilhassa dış güçlerin etkisi ile etnik guruplar zaman zaman baş kaldırmışlar ve müessif hadiseler meydana gelmiştir. 1915 yılında ayaklanan Ermeniler kaleyi ele geçirmişler ve 20 gün boyunca devam eden çatışmalardan sonra ayaklanma bastırılmıştır. Ayaklanma süresince 403 Türk ölmüş, 176'sı da yaralanmıştır.
 Kurtuluş Savaşı'nda Şebinkarahisar'lıların üstün gayret ve fedakarlıkları her türlü takdirin üstündedir. 1919 yılında Erzurum'da toplanan kongreye Şebinkarahisar'ı temsilen Dr. Cemil ŞENCAN delege olarak katılmıştır. 1920 yılında ilçede Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Şurası kurulmuştur. Cemiyet bu dönemde dış tahriklerle, şımarık Ermeni ve Rum çetelerinin mezalimlerinin büyümesine engel olmuştur.
 Alışılmış yurt gezilerine devam eden Atatürk Erzurum'da bir deprem olması dolayısı ile Erzuruma gitmiş , dönüşte Şebinkarahisarlı halkın daveti üzerine 11 Ekim 1924 Cumartesi günü Erzincan'dan hareket ederek gece oldukça geç vakitlerde Şebinkarahisar'a gelmiştir.Atatürk'ü Vali Abdurrahman Bey ile , Belediye Reisi Rıza Bey, Suşehrinde karşılamışlar, oradan birlikte şehre girmişlerdir. Atatürk Şebinkarahisar'a girişinde top atışlarıyla ve coşkulu bir kalabalık tarafından sevgi gösterileri ile karşılanmış, sokaklar ve kale meşalelerle donatılmıştır.
 Ertesi gün 12 Ekim 1924 pazar günü Belediye Başkanlığı, Halk Fırkası Başkanlığı, Türk ocağını, Alay Komutanlığını ve Orta Okulu ziyaret ederek Orta Okul merdivenlerinde birer hatıra fotağrafı çektirmiştir. Türk Ocağını ziyaretinde , ocağın imkansızlığı karşısında kendisinden özür dilenmiş , Atatürk burada yaptığı konuşmada: " Ben bu şehri çok beğendim .Sevgimin temadisine alem olmak üzere
 Şark-ı Karahisar adını Şebinkarahisar olarak tashihini teklif ediyorum.Şab'ı başta olmak üzere Fatih Sultan Mehmet Hanların otağ kurduğu bu topraklar içinde daha neler varsa ele alınmak, tarihen olduğu kadar da iktisaden de bu şehri ileri götürmek vazifemiz olmalıdır. Sürekli yangınlar görmüşsünüz ,Memleketiniz bir harabeye dönmüş fakat esef etmeyin,şu tek gözlü mütevazi ocağınızda derin bir samimiyet ,geniş ve anlayışlı bir kültür buldum.Kalkınacaksınız ,mes'ut olacaksınız. Türk ocakları dekorlarla ölçülemez . Türk'ün bu şan ocakları sönmez alevlerle ilelebet tütecektir ve bu harebeler bir gün birer mamureler haline gelecektir." diyerek ocak defterini imzalamış ve deftere şunları yazmıştır: " Türk Ocağı Türk'ün has ocağı, varlık ve birlik ocağı; Yüksek alevlerle tütsün, muhitine nur saçsın. Yaşasın ve yaşatsın" Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal Şebinkarahisar Vilayetindeki incelemelerini tamamladıktan sonra 12 Ekim 1924 tarihinde akşama doğru milletvekili hemşehrimiz Ali Sururi Bey ve heyeti ile birlikte Şebinkarahisar Vilayetinden Ankara'ya hareket etmiştir. Atatürk'ün misafir edildiği ev halen müze olarak hatıralarıyla birlikte yaşatılnaktadır.
 İlçenin güneyinde bazalt bir tepe üzerinde yükselen kalenin ihtişamlı bir görünüşü vardır. Kalenin ne zaman yapıldığı belli değildir. Ancak Mengücek Hükümdarı Fahrettin Behramşah’ ın 1184 tarihinde kaleye ilaveler yaptığı ve savunma gücünü artırdığı bilinmektedir. Kale dış ve iç diye iki kısma ayrılmaktadır. Dış kale duvarlarının büyük kısmı yıkılmıştır. Nispeten az eğimli batı yamacındaki duvarlar esas itibariyle ayakta kalmış olup kale yapılarından biri bu kısımdadır. Meyilli olan kale içinde yer yer kayalara oyulmuş su sarnıçları göze çarpar. Kalenin içinde XX. Yüzyıl başlarına kadar ayakta kalabilen 70 kadar ev ve bir cami 1915 yılında baş gösteren Ermeni isyanı sırasında ve ondan sonraki dönemde yakılıp yıkılmıştır. Kitabesinin kim tarafından alındığı belli değildir
 İlçe merkezinin yaklaşık 11. km. doğusunda yer alan Kayadibi Köyü’nün güneydoğusundaki, oldukça yüksek ve sarp kayalık arasında mağara içerisine inşa edilmiştir (Foto. 23) . Manastıra, çok uzun bir patika yoldan güçlükle ulaşılabilmektedir. Bazı kaynaklar manastırın ilk kuruluşunu, 481-490 yılları arasına vermektedir.[1] Osmanlı döneminde parlak bir dönem yaşayan manastırın bugünkü kalıntıları, 19. yüzyıldan kalmadır. Kaynaklar, Ortaçağlarda inşa edilen manastırın yanarak büyük bir tahribata uğradığını ve 19. yüzyılda tamamen yenilendiğini belirtmektedirler.[2] 1940’lı yıllara kadar, her yılın 26-28 Ağustos günleri Giresun, Ordu, Trabzon, Gümüşhane ve diğer çevrelerden Rumların gelerek üç gün boyunca ibadet ettikleri ifade edilen Manastır[3], son yıllarda define arayıcılarının tahribatına maruz kalmıştır. Manastırın yakınında yaklaşık
150-200 m. kuzeybatısında, küçük bir şapel kalıntısı yer almaktadır (Foto. 24).[4] Bu kalıntıyı geçtikten ve biraz ilerledikten sonra, çeşitli birimlerden oluşan, konumu ve mimarisiyle kartal yuvasını andıran görünümüyle insanı büyüleyen manastıra ulaşılır (Foto. 25, Çiz. 6-7-8-9). Manastırın ilk birimi, bir kısmı doğal kayalıktan faydalanılarak, moloz taş malzeme ile inşa edilmiş, yuvarlak planlı su sarnıcıdır (Foto. 26). Sarnıç, manastır birimlerine göre kuzeyde yer almaktadır. Sarnıçtan sonra yol, hafif güneye yönelir ve burada ise; arkası su mahzeni olarak düşünülmüş, önü ise sivri kemerli bir nişe sahip çeşme şeklinde değerlendirilmiş, üzeri tonozlarla örtülü ve düzgün kesme taştan inşa edilmiş bir yapı yer alır (Foto. 27). Çeşmeden sonra sola (doğuya) yönelerek, doğal kayaya oyulmuş 26 basamaklı bir merdivenle (Foto. 28) manastırın basık yuvarlak kemerli giriş bölümüne ulaşılır.
 Giriş bölümü ile birlikte manastırın, doğuya doğru, yani mağara oyuğunun şekline göre ve dört kademeli olarak tasarlandığı anlaşılmaktadır. Giriş bölümündeki birimler bugün tamamen çöktüğünden, mahiyetleri tam olarak anlaşılamamaktadır (Foto. 29). Giriş bölümünden sonra doğuda yer alan, 1.30 m. genişliğinde, yuvarlak kemerli bir kapı ile manastırın ikinci bölümünü oluşturan birimlere ulaşılır (Foto. 30). Kapıdan geçtikten sonra merkezde 8.86 m. x 4.20 m. boyutlarında beşik tonoz örtülü ve merkezi nitelik taşıyan bir mekana ulaşılır (Foto. 31). Bu mekandan sağdaki beşik tonoz örtülü bir eyvanla, mutfak, yemek salonu v.b. birimlere (Foto. 32), soldan ise, 1.26 m. genişliğinde bir kapı ile, beşik tonoz örtülü ve çok katlı, aşırı tahribattan dolayı tam olarak anlaşılamayan mekanlara ulaşılır (Foto. 33). Manastırın bu ikinci bölümünde, hemen bütün birimlerin kemer ve tonoz köşeliklerine, ince şeritler halinde, kırmızı ve siyah renkten oluşan freskolar işlenmiş, bu resimlerde, adeta Hıristiyanlıktaki üçlü teslis (baba-oğul-Kutsal Ruh)
 inancını yansıtırcasına üç siyah nokta, kırmızı şerit üzerine, düzenli aralıklarla dizilmiştir (Foto. 34). İkinci bölümün merkezi nitelik taşıyan orta mekanından doğuya doğru ilerleyince, 1.55 m. genişliğinde, yuvarlak kemerli bir kapı, kuzeye ve güneye yönelen merdivenlere ulaştırır (Foto. 35). Bu merdivenleri çıkınca, manastırın üçüncü bölümüne de ulaşılmış olur. Bu bölüm, manastırın en fazla tahribata uğramış birimlerinden oluşmasıyla dikkati çeker (Foto. 36). Önde, yani kuzeybatıda, üçüncü bölüme ait birimlerden 9.75 m. lik bir mesafede geniş bir teras yer alır. Bu terasın sağında ve ve solunda 1.50’şer m. genişliğinde iki merdiven, merdivenler arasında ise dikdörtgen planlı hücreler yer alır. Bu hücrelerin üzerleri beşik tonoz örtülü olup, her biri 4.50 x 3.30 m. boyutlarındadır. Hücreler dışarıya 1.05 m. genişliğinde bir kapı ve 0.60 m. genişliğinde bir pencere ile açılmaktadırlar (Foto. 37). Sadece dört tanesi ayakta olan hücrelerin simetriğinde olması gerekenlerin yıkıldığı anlaşılmaktadır. Bu hücrelerin, yatma, dinlenme veya inzivaya çekilme mekanları olduğu akla uygun gelmektedir.
 Üçüncü bölümün sağında ve solunda yer alan merdivenlerle, manastırın en önemli birimine, yani dördüncü bölümde yer alan kiliseye ulaşılır (Foto. 38). Bugün tahrip olmuş yuvarlak kemerli bir kapıyla girilen kilisenin, üst örtüsü tamamen yıkıktır. Mevcut kalıntılarının, üç gözlü bazilikal planlı bir kiliseye işaret ettiği anlaşılan yapının (Foto. 39), hücrelerin yer aldığı üçüncü bölüme uzaklığı, 4,75 m.’dir. Kilise batıya, 1,40 m. genişliğinde, yuvarlak kemerli alınlığa sahip kapı ve kapının sağında ve solunda 0.70’er m. genişliğinde ve yine yuvarlak kemerli alınlıklara sahip mazgal pencerelerle açılır. Kapının üstünde yuvarlak kemerli pencereler yer alır. Kilisenin güney ve kuzey cephelerinin ana girişe yakın bölümlerinde 1.10 m. genişliğinde birer girişi daha bulunmaktadır. Güney ve kuzey cepheler dışarıya üçer mazgal pencere ile açılır. Yapının doğusu, üçlü ve yarım yuvarlak apsisle şekillendirilmiştir. İçten yarım yuvarlak olan apsisler (Foto. 40), dışarıya da aynı formda yansımaktadır.
 Mevcut kalıntılardan, üç nefli bazilikal planın orta nefinin yan neflere göre daha geniş ve yüksek tutulduğunu, neflerin üzerinin beşik tonozla örtüldüğünü ve orta nefin merkezinde bir kubbenin yer aldığını anlamak mümkündür. Kilisenin içerisinde, önemli noktalarda, ince kırmızı şerit üzerine, siyah üç top (üç nokta) motifinin işlendiği freskoları görmek mümkündür (Foto. 41). Bu motif, Üçlü Teslis inancının bir yansıması olmalıdır. Kilisenin doğu duvarının 0.65 m. uzağında 1.80 m. genişliğinde, beşik tonozla örtülü bir dehliz bulunur. İçerisi dolduğu için nereye kadar uzandığı ve ne amaçla kullanıldığı anlaşılmayan bu dehlizin (Foto. 42) tonozunu taşıyan kemerler 0.55 m. genişliğinde olup, son derece düzgün bir kesme taş işçiliğe sahiptirler (Foto. 43). Konumu ve mimarisi ile Sümela Manastırı’nı akla getiren Meryemana Manastırı, bütün birimlerinde itinalı, düzgün kesme taş işçilikle dikkati çeker. Manastırın en önemli birimi olan kilisenin üç nefli bazilikal planı, yöredeki Şaplıca Kilisesi, Göynük Kilisesi ve Licese Kilisesi’nde de karşımıza çıkar.
 Şebinkarahisar ilçe merkezinde, kalenin kuzeyinde ve taşhanların batısında bulunan Fatih Camii, Şebinkarahisar’daki en eski tarihi kalıntılardan biridir (Foto.97, Çiz. 18). Fatih Camii, Fatih Sultan Mehmed’in 29 Ağustos 1473 tarihinde Otlukbeli Savaşını kazandıktan sonra Şebinkarahisar’a gelişinde yapılmaya başlanmış ve 5 yılda tamamlanmıştır.[1] İlk olarak ahşaptan yapıldığı kaydedilen caminin, iki defa yandığı ve bu yangınların ardından taş malzemeyle yenilendiği ifade edilmektedir.[2] Kaynaklar bugünkü Fatih Camii’nin 1888 yılında Rasih ve Mahmut Paşalar tarafından yaptırıldığını kaydetmektedirler.[3] Camiin 1939 depreminde çöken kubbeleri, 1950 yılında onarılmıştır. Ayrıca yapı, 1977 yılında küçük bir onarım geçirmiştir.[4] Yüksek bir teras üzerinde ve geniş bir avlu içinde yer alan 17.70 X 26.60 m. boyutlarındaki cami, kuzey - güney doğrultusunda ve dikdörtgen bir planda inşa edilmiştir. Kuzeyde üç gözlü son cemaat yeri ve son cemaat yerinin güneyindeki üç sahınlı ibadet mekanından oluşur (Foto.98). Kuzey cephede yer alan
ve ortada iki yekpare taş sütun üzerine oturan üç gözlü son cemaat yeri, bugün camekanla kapatılmış durumdadır. Üç basamaklı bir merdivenle ulaşılan giriş bölümüne, iki ahşap sütunun taşıdığı ahşaptan bir sundurma ilave edilmiştir. Son cemaat yerinin sağında minare, solunda da sonradan imam odası haline getirilen bölüm yer alır. Kuzey cephede dışa açıklık olarak solda yer alan dikdörtgen pencere ve bunun üzerindeki yuvarlak pencere dikkat çeker. Üç adet kubbe ile örtülü son cemaat yerinin sağında yer alan yuvarlak kemerli ve dikdörtgen çerçeveli bir kapıdan geçilerek minareye çıkılır. Solda da yine yuvarlak kemerli ve dikdörtgen çerçeveli bir kapı, imam odasına geçiş verir. Caminin asıl giriş bölümü, kemerlerle üçe bölünmüş, ortada harim taçkapısına, bunun iki yanından da mukarnas kavsaralı birer mihrabiye nişi ve birer pencereye yer verilmiştir. Taçkapı dikdörtgen çerçeveli olup, basık kemerli bir açıklığa sahiptir (Foto.99). Doğu cephede yer alan düz atkı taşlı ve dikdörtgen çerçeveli imam odası kapısının hemen solunda, basık kemerli ve ahşap sundurmalı bir kapı daha bulunmaktadır. Bu kapı cami harimine doğudan girişi sağlar. İki katlı sistemde yerleştirilmiş,
 yuvarlak kemerli ve dikdörtgen çerçeveli pencereleri, dört kaval silmenin oluşturduğu bir hat ikiye böler, bu hat tüm cepheleri doldurur. Üst örtüye geçişte kaval silmelerin oluşturduğu bir korniş kullanılmıştır. Güney cephede, cephe duvarının yarısından aşağısı sıvanmış ve boyanmıştır. Cepheleri ikiye enine bölen ve kaval silmelerden oluşan hat, bu cepheden de geçmektedir. Dikdörtgen çerçeveli ve yuvarlak kemerli pencere formu bu cephede de devam ettirilmiştir. Batı cephe, taş basamaklı merdivenlerle ulaşılan ahşap sundurmalı ve basık kemerli kapısı, üstte ve altta yuvarlak kemerli ve dikdörtgen çerçeveli pencereleri, bu pencerelerin çerçevesini oluşturan silmeler ve cepheyi enine ikiye bölen, kaval silmelerin oluşturduğu yatay hat bakımından adeta doğu cephenin kopyasıdır. Sade taçkapıdan içeri girince, kuzeyde ahşap mahfil yer alır (Foto.100). Mahfile girişin sağında ve solundaki onbeşer basamaklı merdivenle çıkılır. Ortada mukarnas başlıklı yekpare iki taş sütuna oturan mahfil,
 yanlarda duvara oturur. İç mekanın en dikkat çekici bölümü, minber ve mihrabın bulunduğu güney cephedir (Foto.101). Girişin tam ekseninde ve duvar yüzeyinin ortasında yer alan mihrap (Foto.102), yüzeyden dışa ve yukarı doğru taşıntı yapmaktadır. Mihrabın hemen sağında taş malzemeli minber yer alır (Foto.103). Taştan yapılmış mihrap, çokgen nişli ve mukarnas kavsaralıdır. Yukarı doğru taşıntısı yuvarlak kemerle sonlanan mihrabın, dikdörtgen çerçeveli olduğu görülür. Her iki yanda yer alan ve üçlü silmeden oluşan plastırlar, iki bölümlü olarak düzenlenmiştir. Her iki bölümün de volütlü ve sarkıtlı başlıklarla belirginleştirildiği dikkati çeker. Plastırlardan sonra gelen bordürde ters “U” motifinin mihrabı çepeçevre dolandığı görülür. Bundan sonra gelen bordürde yaprak ve üzüm motifleri yaldızlı boya ile boyanmıştır. Mihrap nişi, yedi sıralı mukarnastan oluşan kavsara ile son bulur. Kavsaranın üçgen köşeliklerinde altın yaldızla boyalı bitkisel motifler yer almaktadır. Üçgen yüzeylerin üstünde kaval ve oluk silmeden oluşan dikdörtgen pano, pano içinde de mihrap ayeti bulunmaktadır. Panonun üstünde iki volüt ortasında hilal motifi, en üstte de iki volüt ve
 ortasında daire motifi dikkati çeker. Mihrabın sağında yer alan minber kapısının iki yanında, kare altlığa ve dilimli gövdeye sahip birer sütun bulunur. Bu iki sütun, kare biçimli ve yaldızlı, pano şeklinde birer başlığa sahiptir. Giriş, düz lentolu ve dikdörtgen formludur. Girişin hemen üzerinde, içinde yazı kuşağının yer aldığı dikdörtgen bir pano, bunun üzerinde dilimli yarım sarkıtlardan oluşan bir silme şeridi ve en son ortadaki ay yıldız motifini iki yandan birer volutün sınırladığı tepelik bulunur. Minberin aynalık kısmı, düz, üçgen yüzeyden oluşur. Korkuluk kısmında ise, yan yana beş adet kare pano, bu kare panolar içerisinde de birer daire motifi yer alır. Süpürgelik kısmında da tıpkı girişte olduğu gibi yine dilimli gövdeye sahip kare altlıklı iki sütünce, yuvarlak kemer ile birbirine bağlanmış, bunun üzerinde de madalyon şeklinde bir motife yer verilmiştir. Köşk kısmı, altıgen gövdeli dört sütuna oturur. Üstte bir bilezikle sonlanan bu sütunlar, üstünde volüt
olan dilimli sarkıtlı başlıklara sahiptir. Minber, düz bir silme ve üstündeki bir sıra diş motifinden oluşan kornişten sonra cam külahla sonuçlanır. Minberdeki taş süslemelerin altın yaldızla bezendiği dikkati çeker. Fatih Camii’nin harim kısmının ortada dört sütunla taşınan bir merkez kubbe ile köşelerin birer küçük kubbe ve aralarda kalan bölümlerin tekne tonozlarla örtüldüğü görülmektedir (Foto.104). Buna ilaveten kuzeyde iki sütun ve köşelerde çapraz tonoz, ortada beşik tonozlu örtüden oluşan girişi de sayarsak, üç sahınlı camide örtü ve sütun sayısı artmaktadır. Üst örtüyü taşıyan sütunlar, mukarnas başlıklı olup, birbirlerine ve duvarlardaki gömme ayaklara, sivri kemerlerle bağlanırlar. Merkez kubbenin kasnağındaki yuvarlak kemerli ve dikdörtgen çerçeveli sekiz pencere, iç mekanın aydınlanmasına büyük katkı sağlamaktadır. Kubbe kasnağında demir korkuluklu bir gezinme yeri mevcuttur. Kuzeybatı köşede yer alan minarenin kasnağı, oldukça yüksek tutulmuş olup son cemaat yerinin korniş hizasına kadar çıkmaktadır (Foto.105). Tek şerefeli minarenin kare kaidesinden sonra soğan biçimli papuç kısmına geçilir. Gövde kısmı çokgen biçimindedir.
Gövdeden sonra ulaşılan şerefe altlığı, iki sıra diş şeklinde sarkıt motifi ve iki sıra silmeyle süslenmiştir. Şerefeden sonra sade tutulmuş petek, külah ve alem kısmı gelir. Minare, genel hatları itibariyle klasik devir özelliklerini hatırlatsa da papuç ve şerefe altı süslemelerinde geç devrin özellikleri görülür. Fatih Camii süslemeleri daha çok mihrap, minber ve sütun başlıklarında toplanmıştır. Gerek sütun başlıklarının, gerek son cemaat yerindeki mihrabiyelerin ve gerekse mihrabın kavsarasında yer alan stelaktitler, son tamirin yani 19. yüzyılın özelliklerini taşımaktadır. Taştan yapılan mihrap ve minberde geleneksel motifler ile geç devirlerin Avrupa menşeli motifleri bir arada kullanılmıştır. Tamamiyle düzgün kesme taş kullanılarak inşa edilen Fatih Camii’nin üst örtüsü kurşun kaplıdır. 
 Kurşunlu Camii Şebinkarahisar'ın ileri gelenlerinden Allah Kulu adıyla anılan bir hayırsever tarafından Taş Mahalle Kurşunlu Semtinde yaptırılan camiye 1574 yılında başlanılmış ,1582 tarihinde bitirilmiştir. Osmanlı Devletinin mimari özelliklerini yansıtan cami ,üç kubbeli bir son cemaat yeri ve tek kubbe ile örtülen haremden meydana gelmiştir.Küçük boyutlu son cemaat yerinde minare sol tarafa yerleştirilmiş ve üç kubbe ile örtülmüştür. Mihrap ve mimberi ilk yapıldığı şekilde zamanımıza intikal etmiştir.1968 tarihinde restore edilen Kurşunlu camii halen kullanılmaktadır.Günümüze kadar gelen kitabesi şöyledir: Hak yolunda edip mal Bu camii yaptırdı Hayriyle olup itmam Denildi ona tarih Allah Kulu pek mebzul Düşüldü veli makul Oldukça aliyyül mamul Hayratı ola makul
 VII. yüzyılda Şebinkarahisar Sipahi Reisi Taban Ahmet Ağa_tarafından yaptırılmıştır.Kale ve orta mahalleye giden yolun sağ ve solunda yer alan ve kâgir bedestan (çarşı) olarak yapılan bu binalar 1939 depremine kadar bozulmadan durmakta idi. Her bedestan iki katlı olup orta yerlerinde ışık alabilecek açıklık bırakılmıştır.Ayrı ayrı giriş çıkış kapıları vardır. 1915 tarihinden 1939 depremine kadar cezaevi olarak kullanılan bedestanlar kısmen depremden ve geri kalanı da taş,demir ve kurşunlarına sebep tamamen tahrip edilmiştir.Koruma altına alınan bedestanların temizlenmesi ve etrafının çevrilerek daha fazla tahribata uğramaması için belediyece münferit önlemler alınmıştır.Bu bedestanlar halk arasında Taşhanlar olarak bilinmektedir. Pertevniyal Çeşmesi 1865 yılında Pertevniyal Sultan tarafından üç çeşme yaptırılmıştır. Çeşmelerden biri Suboyu, diğer ikisi
Karaköy yolu üzerindedir. Licese Kilisesi Şaplıca Köyüne bağlı ve ilçe merkezine 11 km mesafede Licese Mahallesi'nde bulunan kilise 1874 tarihinde inşa edilmiştir. Azınlıkların mücadelesinden sonra özel mülkiyete geçen kilise zamanla tahrip görmüştür.Kilisenin eski esr olarak tescili ve özel mülkiyetten çıkarılması için teşebbüse geçilmiştir. Atatürk Evi ve Müzesi 11 Ekim 1924 tarihinde Ulu Önder Atatürk’ ün ilçemizi ziyaretlerinde bir gece kaldıkları ev hazinece istimlak edilmiş, Karayolları Genel Müdürlüğü'nce ayrılan 3 milyon TL. ödenekle tamir ve restore edildikten sonra 1932 yılı içerisinde yapılan çalışmalar sonucu ev o tarihlerdeki aslına uygun şekilde döşenerek 11 Ekim 1982 tarihinde “Atatürk Evi ve Müzesi” adı altında ziyarete açılmıştır. Müzede Atatürk’ ün kullandıkları eşyalar, tarihi nitelikteki diğer eşyalar sergilenmekte. Müze içerisinde 500 kitaplık bir Atatürk kütüphanesi ve resimlerle Atatürk Köşesi bulunmaktadır. Ermeni İsyanları Şebinkarahisar Olayı Anadolu'da Ermeni isyanlarının yanı sıra pek çok ayaklanma meydana geldi
 Bunlardan biri 5 Haziran 1915 tarihli Şebinkarahisar olayıdır. Sivaslı Murat (Hamparsum Boyacıyan) adında bir Ermeni çete reisi, 500 kadar adamıyla Şebinkarahisar'ı basmıştır. Türk ordusu Doğu Cephesi'nin ana ikmal yolu buradan geçtiği için bölgenin stratejik önemi vardır. Ermeniler bu bölgeyi ele geçirdikleri takdirde TSK'nin ikmal ve geri hizmetleri aksayacak, Rus ordusunun ileri harekatı kolaylayacaktır. Çeteciler Şebinkarahisar'ın Müslüman mahallesini yaktılar. Rastladıkları Türkleri, işkenceler yaparak öldürmeye başladılar. Çevreden toplanmış olan asker ve jandarma müfrezelerine de saldırdılar. Bu durum karşısında başka bölgelerden kuvvet tasarruf edilerek Şebinkarahisar'a getirilmiş ve Ermeni isyancılar kuşatılmıştır. Sivas'taki 10. Kolordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 15 Haziran 1915 tarihli mesajda, olayla ilgili olarak şu ifadeler kullanılmıştır: "Şuradan buradan toplanan 500 kadar Ermeni eşkıyasının Şebinkarahisar'da eski kaleye sığınarak isyan ettikleri öğrenilmiştir. Güvenlik kuvvetleriyle çeteciler arasında çarpışmalar olduğu Sivas Valiliğinden bildirilmiştir." Sivas Valiliğinin 3. Kolordu Komutanlığına gönderdiği 18-19 Haziran 1915 tarihli mesajda ise şöyle denilmektedir. "Şebinkarahisar isyanının bastırıldığı, Ermeniler 800 kadar kadın, erkek ve çoğunun kaleye sığındığı, isyancılardan 200 kadarının silahlı olduğu bildirilmiştir."
 İlçe ekonomisi önemli ölçüdetarım ve hayvancılığa dayalıdır.İlçede ekilebilir tarım arazisi 41 bin 185 hektar olmasına rağmen , bunun ancak 21 bin hektarlık bir kısmını kullanabilmektedir.İlçede tahıl (buğday, arpa) ziraati önplana çıkmaktadır. Son dönemlerde ekim alanları yaygınlaşan, üretici ve ilçe ekonomisine önemli kazançlar sağlayan tütün yörenin bir diğer önemli tarım ürünüdür. İlçede sebze ve meyvecilik yapılmakla birlikte ancak yerelihtiyacı karşılayabilmektedir.Yetiştirilen belli başlı meyveler:Dut,ceviz, armut,kızılcık,erik,ayva,kiraz,vişne,elma,karadut,badem,şeftalidir. Geniş yaylaları bulunan Şebinkarahisarhayvancılık faaliyetlerine çok müsaittir. Asarcık,İndimerek,Saydere,Yedigöz,Sarıçiçek,Çetek Yaylaları en meşhuryaylalarındandır.Yörede küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık, birlikte yapılmakta olup sığır ve koyun sayısında son dönemlerde hızlı bir artış görülmektedir.Süt üretimi yüksek olmasına rağmen ,ulaşım imkânlarının elverişsizliği ve ilçede hayvansal ürünleri işleyen kuruluşların yetersizliğinden dolayı bu ürünler evlerdeişlenmektedir. İlçenin geniş bozkır bitki örtüsünesahip olması nedeniyle arıcılığa elverişli özellikler taşımaktadır.1988 verilerine göre şehirde 10 bin civarında arı kovanı bulunmaktadır 
 Cumhuriyetin ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında, vilayetin merkez ilçesi durumundaki Şebinkarahisar'ın köyleri ile birlikte nüfusu 18.533 iken, 1997'deki sayımda bu sayı 43.904'e yükselmiştir. Böylece 1925-1997 döneminde Şebinkarahisar Nüfusu 25.371 kişi artarak 18.533'ten 43.904'e yükselmiştir. Belirtilen devrede ilçe nüfusunun %231,5'den fazla artmasının temel sebebi İlçe Merkezinde ki birtakım sosyal, ekonomik ve kültürel avantajlardan faydalanabilme isteği ile; çevredeki küçük ilçelerden ve bağlı yerleşimlerinden merkeze gerçekleşen göçtür. D.İ.E'nin yayınladığı nüfus istatistiklerine göre; 1980-85, 1985-90 ve 1990-97 sayım dönemlerinde Şebinkarahisar İlçe Merkezinde yaşayan nüfus çok yüksek bir oranda artarken, köylerde yaşayan nüfusta büyük bir azalma görülmüştür. Gerçekten de bu dönemlerde şehirli nüfus yıllık %8,8 ve 4,9 oranında artarken, köylü nüfus aynı devrelerde yıllık %-0,8 ve -3,6 oranında artmıştır. Bu değerlere göre 1990 ve 1997'de Şehirde yaşayan nüfus sayısal olarak ilk defa kırsal alanda yaşayan nüfusu geçmiştir. Bu tarihte Şebinkarahisar idari sınırları içerisinde yaşayan 43.904 kişinin %70'den fazlası (31.329) şehir merkezinde, %29'dan fazlası ise (12.575) köylerde oturmaktadır. Şebinkarahisar İlçesi 1318 km2 yüzölçümü ve 1997 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre 43.904 nüfusu ile km2.'ye düşen nüfus sayısı 33'tür. Son yıllarda özellikle Ankara İstanbul ve İzmir şehirlerine nüfus göçü yoğun bir şekilde devam etmektedir. Yıllarca devam eden bu nüfus erozyonu neticesinde üç büyük şehir merkezinde İlçenin bugünkü nüfusunun birkaç katı Şebinkarahisarlı yaşamaktadır. İlçedeki nüfus hareketi yaz ve kış aylarında oldukça farklılık göstermektedir. Kış aylarında çalışmak üzere büyük şehirlere gidenler yaz aylarında tekrar köylerine dönmektedirler. İlçe Merkez ve Köylerde oturanların tamamı Türk ve Müslüman'dır. Ekalliyet (azınlık) yoktur. Okuma-Yazma Oranı %100'lere yaklaşmıştır. 2000 yılında yapılan genel nüfus sayımında kesinleşmeyen sonuca göre ilçe merkezi 39.853, köyler 14.304 olmak üzere toplam 54.157 nüfusa sahiptir.